Aşırı sağ rüzgarından korunan İngiltere’de erken seçim: İşçi Partisi yeniden güç kazanıyor
LONDRA – İşçi Partisi’nin Tony Blair’in 1997 zaferinden bile daha ezici bir çoğunlukla kazanması beklenen seçimler bugün gerçekleşiyor. İngiltere, Avrupa’daki aşırı sağ rüzgarından korunmayı başarırken, gözler çok uzun bir aranın ardında gücü tekrar kazanması umut edilen İşçi Partisi’nin üzerinde.
Parti, 14 yılın ardından bu güce nasıl ulaştı? ‘Blair rüzgarı’ diye bilinen etkenin bu başarıda payı var mı? Yoksa bu nostaljik ve kolaycı bir analiz mi? Yeterince heyecan vermediği söylenen Sir Keir Starmer geniş bir tabana seslenebilmeyi nasıl başardı?
Romantik analizlerin ötesinde, bu noktaya acil ihtiyaçlarla gelindiği söylenebilir. 2019 genel seçimlerinde Boris Johnson, Jeremy Corbny’li İşçi Partisi’ne karşı oldukça güçlü bir oy oranıyla iktidara gelmişti. Brexit coşkusu tam olarak onaylanmış ve Johnson’ın getirdiği heyecanla iktidar partisi adeta yeniden doğmuştu. 2010’da kazandıkları iktidar hala sağlamdı.
Covid-19 skandalları, Boris Johnson’ı koltuğundan etti. Sonrasında, Theresa May heyecansızlığı ve 49 günlük Liz Truss fiyaskosu yaşandı. Truss’ın başbakanlık koltuğundaki bu kısa süresi boyunca yapılan skandal hatalarla ekonomi sarsıldı. Kararsızlar, Brexit pişmanları, rahatı bozulan muhafazakar orta sınıf… Keir Starmer, tam bu noktada istikrar ve değişim vaadiyle kampanyasına başladı.
Beklenen bu büyük çıkışla 1997 arasında bir benzerlik var mı? Heyecan ve umut daha az ya da seçmen daha gerçekçi denebilir. Oy oranı anlamında ise benzer, hatta daha ezici bir zafer bekleniyor. Daha doğrusu, tüm kamuoyu araştırmaları bunu öngörüyor.
Peki, kentli solun ve gençlerin 2017’de umut bağladığı Jeremy Corbyn’de olmayıp da Starmer’da olan ne var? Bu durum, o çok bahsedilen ‘geniş tabanla bağ kurabilmek’ olarak açıklanabilir mi? ‘Bağ kurmak’, solun uzun bir dönem zayıf kaldığı taşranın beklentilerini anlamaktan geçiyor olabilir. Muhafazakar tabanı, göçmen düşmanı ‘Brexitçi cahiller’ diye etiketleyip uzak durmak iktidar merkez sağına bile değil, daha aşırı Avrupa tarzı, Donald Trump tarzı Nigel Farage sağına prim kazandırıyor.
İşçi Partisi, iktidardan uzakta geçirdiği 14 yıl içinde liderlik yarışında çalkantılardan payını aldı. Blair, 2007’de görevi bırakmadan önce İngiltere’yi Irak Savaşı’na sürüklemiş ve yerine Gordon Brown geçtiğinde 2008-2010 küresel finans krizi, İşçi Partisi’nin 2010 seçimlerinde yenilgiye uğramasına yol açmıştı. Beş yıllık Ed Milliband dönemi ve 2015’te yine bir seçim yenilgisi… Beklenmedik Corbyn dönemine geçilmesinde, Ed Milliband’ın parti üyeliğini kolaylaştıran düzenlememeyi getirmesi büyük bir etken olmuştu.
2020’de parti üyeleri, Keir Starmer’ı partinin yeni lideri olarak seçti. Ve eski insan hakları savcısı, İngiliz halkıyla yeniden bağ kurma mücadelesine girişti. 1997’den bu yana zaman ve koşullar büyük ölçüde değişti. Starmer, karakter olarak neredeyse ‘anti-Blair’ olarak tanımlanabilir. Bu nedenle, bu karşılaştırmanın artık anlamsız veya yetersiz olduğu söylenebilir. Daha çok bıçağın kemiğe dayanması, ekonomik krizin büyüklüğü ve iktidar partisinin istikrar ve güven vermemesi gibi nedenler sıralanabilir.
MESELE ‘BLAIR GİBİ’ KAZANMAK
Corbyn, sol ve liberal eğitimli bölgelerde oy oranlarını en tepeye çıkarmıştı. Ancak ekonomik anlamda işçi sınıfı, kültürel kimlikte ise muhafazakar ruhlu olan diğer seçmenle bağ kuramadı.
Tek çarenin ‘Blair gibi kazanmak’, yani geniş bir kitleye hitap etmek olduğu düşünülüyordu. Starmer, bu stratejiyi adeta bir satranç oyunu gibi kullanarak başarılı oldu. Hangi söylemlerin erişilmesi zor olan seçmene ulaşabileceğini belirledi ve kentli solu da ürkütmeden, ‘herkesle bağ kurma stratejisini’ izledi.
Corbyn’e oy veren kilit kesim merkez sola hala mesafeli. Gazze savaşı ve Starmer’ın fazla temkinli yaklaşımı bu kutuplaşmayı daha da artırdı. Seçimden bir hafta önce Jeremy Corbyn’in 1983’ten bu yana temsil ettiği Kuzey Islington’daki İşçi Partisi’nin önde gelen üyeleri ya istifa etti ya da Corbyn adına kampanya yapmak için ihraç edilmeye hazır olduklarını açıkladı. Parti tam olarak buna bir tepki göstermedi.
İKTİDARIN SON KOZU: GÖÇMEN DÜŞMANLIĞI KARTI
14 yıllık Muhafazakar Parti yönetimi İngiltere’yi nasıl değiştirdi? 2024’te İngiltere’de milenyum kuşağına kendilerini ebeveynlerinin neslinden ayıran şeyin ne olduğunu sorduğunuzda muhtemelen tek kelimelik bir cevap çıkacaktır: Barınma. 2010’dan bu yana, hükümetin ev sahibi olmak isteyenlere verdiği bir dizi söze rağmen, İngiltere’de ilk kez ev satın alacak kişilerin ortalama yaşı arttı. Bu arada kiralar hızla yükseldi, evsizlik oranı iki kattan fazla arttı ve konut inşa etme hedefleri defalarca kaçırıldı.
Tüm bunlar yaşanırken Avrupa sağı gibi Rishi Sunak’ın Muhazakar Partisi de korku söylemine ağırlık verdi: “Göçmenler her şeyin suçlusu, sınırlarımıza sahip çıkacağız ve botlarla gelen kaçak göçmenleri Rwanda’ya yollayacağız.”
Brexit’in çıkış noktası da buydu ne de olsa. Ancak Avrupa sağının aksine, bu söylemler daha ılımlıydı. Bu durum, oyların merkez sağdaki Reform Partisi lideri Nigel Farage’a kaymasına ve merkez sağın üslubunu değiştirme baskısına neden oldu.
‘GERÇEKÇİ BİR UMUT SUNUYORUZ’
İşçi Partisi ve seçime dönecek olursak, avukatlık kariyeri boyunca insan hakları üzerine uzmanlaşan ve sonrasında da baş savcı olan Starmer, 2014 yılında şövalyelik unvanı almıştı. Seçmen, ondan şövalyelik değil ‘sıradan’ bir umut istiyor. Sir Starmer, seçim kampanyasının son haftasında şatafatlı sözlerle değil, daha adil bir sistem isteyen İngiltere halkının ihtiyaç duyduğu mesajı temkinli bir şekilde veriyordu: “Sanırım umut sunuyoruz, gerçekçi bir umut sunuyoruz… Seçmenlerin gerçekleşeceğini düşünmedikleri fantastik bir umut istediğini sanmıyorum. İnsanlar, ailelerinin, toplumun ve ülkelerinin ilerlemesine dair sıradan umudu istiyorlar.”